Zor Çocuk
Moderatör
Son yıllarda sayısı artan tiyatro oyunlarının sinema uyarlamalarına bir yenisi daha eklendi. Florian Zeller’in, 2012 yılında Paris’te sahnelenmeye başlanan ve daha sonra Avrupa’yı gezerek birçok ödüle kavuştuğu tiyatro oyunundan, yine kendisi tarafından uyarlanan The Father, bu furyaya katılan son film oldu. Oscar ödüllü oyuncular Anthony Hopkins ve Olivia Colman’ın başrollerini üstlendiği film, yaşı ilerledikçe, zaman algısından, kendi zihninden ve hatta her şeyden uzaklaşan bir adamın yaşadıklarına ve kızının çıkmazlarına odaklanıyor. Mark Gatiss, Olivia Williams, Imogen Poots ve Rufus Sewell’ın da ufak rollerle eşlik ettiği filmin, en iyi film dahil altı dalda Akademi Ödülü adaylığı kazandığını da hatırlatarak filmimize geçelim.
Filmin her şeyden evvel demans belirtileri ve akla gelebilecek diğer nörolojik rahatsızlıkların tasviri anlamında korkutucu bir deneyim olduğunu söylemek gerekiyor. Bugüne kadar, bu tarz filmlerde olaya hep dışarıdan bakmış, bu sorunları yaşayan insanların yaşadıklarını anlamak yerine, perdeye/ekrana bir yakınları gibi konumlanmıştık. Hatta bu filmler, anlamak yerine acıma duygusunu körüklemiş ve gerçeklikten uzaklaşmaya da sebep olmuştu. Bu kez, tamamen kişinin zihninin içine giriyoruz ve yaşanılanları deneyimleme olanağı buluyoruz. Bu durum da olması gerektiği gibi gerilim ve korku dolu bir deneyime yol açıyor. Zihnin karmaşıklığı, zaman sıçramaları, farklı yüzler görmek ve gerçeklikten sürekli kopuş hiç bu kadar net perdeye yansımamıştı. Daha doğrusu, “kişinin zihninden” neredeyse hiç bu kadar doğru aktarılmamıştı. Bunları yaparken, Zeller’in tiyatro deneyimiyle oluşturduğu ve mükemmel oyuncuların büyük katkı verdiği karakter oluşum becerisi, diyalogların gücü ve kurgusal anlamdaki mükemmel ayar filmin başarısını da körükledi. Çarpan kapıların ardından gelen zamansal atlamalar, diyaloglarla gelen tutarsızlıklar ve bir yere kadar ne olduğunu tam anlayamadığımız olay örgüsü, bahsettiğim deneyimi en yükseğe taşıdı. Öyle başarılı bir atmosfer becerisi var ki, izleyici olarak hem empati kurmak, hem de bir yandan zihnimizle oynanması bu film için olabilecek en başarılı anlatımı da beraberinde getirdi.
Elbette, demans sorunları dışında da filmin bazı dertleri ve karakterler üzerinden kurduğu, sorgulatıcı konuları mevcut. Demans durumunda bile kibrine yenik düşen, yardımı reddeden bir İngiliz beyefendisi profili yansıtılmış. Burada baba olmak ve bunu kullanarak edinilen bir tahakküm sorunsalı da var. Öte yandan, kendi hayatını çizmek isteyen, bunu yapmak için babasına bir bakıcı bulmak ya da bakımevine yatırmak seçeneklerini düşünen bir çocuk profili de karşımızda. Burada, tam olarak ne yapılması gerektiği ya da hayatların nasıl çizilmesi gerektiği gibi soruların cevapları Zeller tarafından net olarak veriliyor ama yine de izleyici, “biz olsak ne yapardık?” gibi bir soruyla da baş başa bırakılıyor. Özellikle de kadının hayatını birleştirmek üzere olduğu adam ve onun kötü davranışları / söylemleri, aslında net olan gidişatı sorgulamamıza sebebiyet veriyor. Belki de net bir senaryo tuzağı olarak filme giydirilmiş olan karakter, bağlılık yerine kendi hayatını çizmeyi hak eden karakterin geleceğini de düşünmemizi sağlıyor. Sonuç hanesinde ise her şey berrak. Zeller’e göre, herkes kendi kaderini yaşayacak ve bunu kabullenecek, kabullenmeli.
Gelelim Oscar adaylıklarını da kapan muhteşem ikiliye. Olivia Colman, son yıllarda hangi projede yer alırsa alsın zaten harika bir performans sergiliyor ve bunun karşılığı olarak yakın zamanda bir Oscar Ödülü de kazandı. Bu performansıyla da kazansa kimsenin itiraz edeceğini sanmıyorum. Yine, karakterinin izin verdiği ölçüde kusursuz bir performans sergilemiş. Hopkins’e gelecek olursak; sanki 90’lardaki akıl almaz performanslardan sonra köşesine çekilmiş ve yeni bir dönem beklemiş, o dönemi de şimdi bulmuş. Hem geçen sene Oscar adayı olduğu Two Popes, hem de bu film tekrar gösteriyor ki Hopkins muazzam bir aktör. The Father performansı, parmakla sayılabilecek kadar az oyuncunun sergileyebileceği gerçeklik ve kusursuzlukta. İkinci Oscar ödülü için belki de o sene, bu sene. Hopkins’in filmin her karesinde gittikçe büyüyen ve finalle de patlamasını yapan performansı, biraz daha demlendiğinde belki de gelmiş geçmiş en iyiler arasındaki yerini alacak.
Florian Zeller, ilk yönetmenliği için harika bir işe imza atmış. Yaşlılık, bağ, kader, ebeveynlik ve bunları eksenine alan zihin bulanıklığı, eşine az rastlanır gerçeklikte ve korkutucu bir şekilde perdeye yansıtılmış. Muhteşem oyunculukları, harika kurgusu ve anlatımındaki yüksek başarı, The Father’ı rahatlıkla yılın en iyileri arasına sokuyor.
Filmin her şeyden evvel demans belirtileri ve akla gelebilecek diğer nörolojik rahatsızlıkların tasviri anlamında korkutucu bir deneyim olduğunu söylemek gerekiyor. Bugüne kadar, bu tarz filmlerde olaya hep dışarıdan bakmış, bu sorunları yaşayan insanların yaşadıklarını anlamak yerine, perdeye/ekrana bir yakınları gibi konumlanmıştık. Hatta bu filmler, anlamak yerine acıma duygusunu körüklemiş ve gerçeklikten uzaklaşmaya da sebep olmuştu. Bu kez, tamamen kişinin zihninin içine giriyoruz ve yaşanılanları deneyimleme olanağı buluyoruz. Bu durum da olması gerektiği gibi gerilim ve korku dolu bir deneyime yol açıyor. Zihnin karmaşıklığı, zaman sıçramaları, farklı yüzler görmek ve gerçeklikten sürekli kopuş hiç bu kadar net perdeye yansımamıştı. Daha doğrusu, “kişinin zihninden” neredeyse hiç bu kadar doğru aktarılmamıştı. Bunları yaparken, Zeller’in tiyatro deneyimiyle oluşturduğu ve mükemmel oyuncuların büyük katkı verdiği karakter oluşum becerisi, diyalogların gücü ve kurgusal anlamdaki mükemmel ayar filmin başarısını da körükledi. Çarpan kapıların ardından gelen zamansal atlamalar, diyaloglarla gelen tutarsızlıklar ve bir yere kadar ne olduğunu tam anlayamadığımız olay örgüsü, bahsettiğim deneyimi en yükseğe taşıdı. Öyle başarılı bir atmosfer becerisi var ki, izleyici olarak hem empati kurmak, hem de bir yandan zihnimizle oynanması bu film için olabilecek en başarılı anlatımı da beraberinde getirdi.
Elbette, demans sorunları dışında da filmin bazı dertleri ve karakterler üzerinden kurduğu, sorgulatıcı konuları mevcut. Demans durumunda bile kibrine yenik düşen, yardımı reddeden bir İngiliz beyefendisi profili yansıtılmış. Burada baba olmak ve bunu kullanarak edinilen bir tahakküm sorunsalı da var. Öte yandan, kendi hayatını çizmek isteyen, bunu yapmak için babasına bir bakıcı bulmak ya da bakımevine yatırmak seçeneklerini düşünen bir çocuk profili de karşımızda. Burada, tam olarak ne yapılması gerektiği ya da hayatların nasıl çizilmesi gerektiği gibi soruların cevapları Zeller tarafından net olarak veriliyor ama yine de izleyici, “biz olsak ne yapardık?” gibi bir soruyla da baş başa bırakılıyor. Özellikle de kadının hayatını birleştirmek üzere olduğu adam ve onun kötü davranışları / söylemleri, aslında net olan gidişatı sorgulamamıza sebebiyet veriyor. Belki de net bir senaryo tuzağı olarak filme giydirilmiş olan karakter, bağlılık yerine kendi hayatını çizmeyi hak eden karakterin geleceğini de düşünmemizi sağlıyor. Sonuç hanesinde ise her şey berrak. Zeller’e göre, herkes kendi kaderini yaşayacak ve bunu kabullenecek, kabullenmeli.
Gelelim Oscar adaylıklarını da kapan muhteşem ikiliye. Olivia Colman, son yıllarda hangi projede yer alırsa alsın zaten harika bir performans sergiliyor ve bunun karşılığı olarak yakın zamanda bir Oscar Ödülü de kazandı. Bu performansıyla da kazansa kimsenin itiraz edeceğini sanmıyorum. Yine, karakterinin izin verdiği ölçüde kusursuz bir performans sergilemiş. Hopkins’e gelecek olursak; sanki 90’lardaki akıl almaz performanslardan sonra köşesine çekilmiş ve yeni bir dönem beklemiş, o dönemi de şimdi bulmuş. Hem geçen sene Oscar adayı olduğu Two Popes, hem de bu film tekrar gösteriyor ki Hopkins muazzam bir aktör. The Father performansı, parmakla sayılabilecek kadar az oyuncunun sergileyebileceği gerçeklik ve kusursuzlukta. İkinci Oscar ödülü için belki de o sene, bu sene. Hopkins’in filmin her karesinde gittikçe büyüyen ve finalle de patlamasını yapan performansı, biraz daha demlendiğinde belki de gelmiş geçmiş en iyiler arasındaki yerini alacak.
Florian Zeller, ilk yönetmenliği için harika bir işe imza atmış. Yaşlılık, bağ, kader, ebeveynlik ve bunları eksenine alan zihin bulanıklığı, eşine az rastlanır gerçeklikte ve korkutucu bir şekilde perdeye yansıtılmış. Muhteşem oyunculukları, harika kurgusu ve anlatımındaki yüksek başarı, The Father’ı rahatlıkla yılın en iyileri arasına sokuyor.